Ressam Mehmet Güldiz İstanbul’daki ilk sergisini açıyor

T24 Kültür Sanat

Ressam Mehmet Güldiz, Türkiye’deki ilk sergisini Ataşehir Gallery Next Art’ta açıyor.

Güldiz, resimlerindeki desen, renk ve şekilleri iç dünyasında özümseyen saanatseverlerin eserlerinin içinde kaybolacağını söylüyor. Tarih boyunca resmin izlendiğini belirten Güldiz, “Resim izleyene bir kapı açar ve yolculuk başlar” diyor.


İstanbul Ataşehir’de yeni açılan galerinin ilk sergisini gerçekleştirmeye hazırlanan ressam Güldiz, “Yurt dışında birçok sergiye katıldım ama şimdi Türkiye’de de eserlerimi sergilemeyi istedim. Çünkü resimle anlatmak istediğim çok şey var” dedi.

Sergide, Güldiz’in 2017-2024 tarihleri arasında ürettiği eserlerden oluşan bir toplam yer alıyor.


Mehmet Güldiz kimdir?

1963’te İstanbul’da dünyaya gelen Mehmet Güldiz, 1980’de lise öğrenimine ara vererek reklam sektöründe profesyonel iş hayatına başladı. Uzun yıllar grafikerlik ve illüstratörlük yaptı. Marmara Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi Grafik Bölümü’nden 1994’te mezun olduktan sonra yüksek lisans yapmaya başladıysa da tamamlamadı.

Profesyonel hayatını bir süre daha sürdürdükten sonra emekli oldu ve 2017’de kendini tam zamanlı olarak resim sanatına verdi. Bu arada “Nasreddin Hoca”, “Mitoloji”, “Atatürk” adlı üç resimli roman kitabına imzasını attı. 2022’de Barcelona International Art Fair ve Basel Biennial, 2023’te Modern Art Masters in Complex du Paris, Arte Laguna Prize Venezia ve Florance Biannial olmak üzere uluslararası beş sergiye katıldı.

Geometri, tipografi ve figür, Güldiz resminin olmazsa olmaz üç temel yapısal ve estetik ögesi olmanın ötesinde, onun felsefi temellere dayalı özgün argüman ve çözümlemelerinin plastik edevatları denebilir. Onun, içinde yaşadığımız dünyayla, toplumsal değerler ve ilişkiler örüntüsüyle “mesele”si var ve bu yüzden resim yapıyor.

Elbette bu, resim sanatının araçsallaştırılması anlamına gelmiyor; tam da böyle davranmakla Güldiz, sanatsal konumlanışını dikkat çekici ve isabetli biçimde belirlemiş ve manifestosunu yazmış oluyor: İzleyiciyi durdurup düşündürmek, sarsmak; geometrik, tipografik ve figürsel formlarda kendini dışavuran insani değerleri ve durumları irdeleyerek izleyiciyi de bu çabaya ortak olmaya çağırmak…

Mehmet Güldiz’e göre insan, doğa karşısındaki yetersizliğini yenmesinin ancak genelgeçer ve kalıcı bir kodlama yapmakla; yani doğayı ve onu algılamayı, bunları ölçü ve değer matrisinde yeniden anlamlandırarak ve somutlaştırarak gerçekleştirmekle mümkün olduğunu görmüş ve dış (tabiat) ve iç (insan ruhu) doğayı böylece ölçülebilir/ölçeklendirilebilir ve değerler yüklenebilir hale getirmenin yolunu bulmuş; bunun aracına ve yordamınaysa “geometri” demiştir.

Karşı taraftan yani plastik sanatların/resmin alımlayıcısı (izleyici) tarafından bakıldığındaysa, genelde plastik sanat eserleri, özeldeyse bütün yapılmış ve yapılacak resimler onları görenler için bir “kapı”dır Güldiz’e bakılırsa. İzleyicinin ilgisini çeken bir resimde o anda bir kapı açılır; böylelikle, görünürde renk, desen, çizgi, ışık, gölge, perspektif, istif, kompozisyon ve benzeri resimsel ögelerden; özündeyse ressamın dünyaya bakışından, onu algılayışı, yorumlayışı ve yargılayışından oluşan bir dünyanın kapısı açılmış olur.

Özetle Güldiz, insanı ve onun değerlerini resmediyor. Geometrik matriste kendini dışavuran insani değerleri ve durumları irdeliyor ve izleyiciyi de ortaklığa/tanıklığa çağırıyor. Hem insan hem de onun yaşam alanları, doğada karşılığı olmayan, insan aklının bir önermesi olan geometrinin hakimiyeti altına girmiş, onun formlarına bürünmüş. Soyut varlıklar olarak insani değerler de bu geometrik dışavurumun birer parçasına dönüşmüş. Güldiz resminde insan doğasının tezahürleri var. İnsan, diliyle, söylemiyle, değerler sistemiyle örtünüyor, çıplaklığını saklıyor. Onu o saklandığı yerden çekip çıkarmak, yarattığı o karmaşa içindeki acizliğini, şaşkınlığını, gaddarlığını, böyle binbir halini bütün çıplaklığıyla (kelimenin hem gerçek hem mecazi anlamıyla) resmetmek gerek. Güldiz işte tam da bunu yapmak istiyor ve yapıyor.

(Sergi bülteninden…)

 

“Rumca bilmeseler de Yunanistan’a gönderildiler”; Kayıp bir kuşağın hikâyesi ‘Mübadele’